Koyu kahvesinden bir yudum aldı.Oturdu, bilgisayarını açtı. Ara ara internete girer, ikibinli yılların reklamlarını açar, o dönemin programlarını tarar medya dünyasının içine dalardı. Geçmişe ait biri olduğunu yeniden hatırlamak içindi bunlar. Çünkü büyümek, psikiyatrik ve nevrotik rahatsızlıkların dallanıp budaklandığı bir ağaçtan boyunun uzanabildiğini koparmak ve hatta açgözlülüğe kanıp ikişer üçer almaktı. Nasıl olsa bir komşuya yakalanma derdi yoktu. Çünkü acı, kamulaşmıştı. Mutluluk, kıpkırmızı bir devrimle yerinden edilmiş, parçalara ayrılmış, tüm aptallara biraz biraz dağıtılmış ve acı tüm halkın ortak yararına açılıp insanlığın geçim ve yaşam kaynaklarından biri olmuştu. Tabi o da acıdan payını almış, düşüncelerinin sıcak harlı suyuna elemi atmış yavaş yavaş çözülmesini seyrederken sigara dumanını göğe süzüyordu. Penceresine konan bir kumruya odaklandı. Yalnızlıktan bunaldı. Günlerdir dışarı çıkmıyor, bulaşıklarını yıkamıyor ve sigara almaya bir haftadır gördüğü tek insan olan kapıcısını gönderiyordu. Kitapların altında ezilmeyi severdi, edebiyat kamçılamalıydı, rahatsız etmeliydi. Ağırlığı olan her kitap ruha batan birer iğneydi. Kanatırdı ve her kapanan yara ruhu daha da güçlendirirdi. Kumandayı almaya üşendi. Telefonundan video kaydırırken geçen her saniye kayıptı, farkındaydı. Ama o da hayatın döngüsünde savrulmuş, kaybolmuş ve bulunamamıştı zaten. Sonunda kalkıp televizyonu açtı, karanlık odaya dolan mavi ışık eski sıcak günlere götürdü onu. Aile evinde, geç uyumayı büyüklük sandığı kış gecelerine. Büyümek, sigara ve eroinden bile daha zararlı bir alışkanlıktı esasında.Özenmek yersizdi, başlamak zulüm, bırakmak imkansız.Gece haberlerine takıldı gözü kanallar arası aktarmalı gezinirken. Komşusunu, pompalı tüfekle vuran bir cani, küçük kızını taciz eden bir baba. zincirleme bir kaza. Aslında insanı sarsan bu kötülükler o kadar alışılagelmişti ki bazı coğrafyalarda, haberler bile şaşırtmıyordu. Zor olan buydu. Her gün devam eden zincirleme hüzün tamlaması. Meteorolojiye göre hafta başından itibaren anksiyete sıcakları baş gösterecekti. Sivrisinekler uyanacak, balkondan sorgusuz sualsiz misafirliğe girip, bilindik melodilerini çalacaklardı. Psikolojisi çiğnenip atılmış bir sakız gibi olduğundan, her gün duyduğu çınlamaya sinek gürültüsü eklenecek, ücretsiz, halka açık bir filarmoni orkestrasına dönüşecekti kulakları. Az sonra bir polisiye dizi başlayacak, iki saat toplumu oyaladıktan sonra yerini mental sağlığı piç eden sabah programlarına bırakacak ve kim bilir kim kimin kızıyla kaçacak, kim bir ihale uğruna köy muhtarı ile yatacaktı. Evlilik programlarında bir kız yine kendini yaşam standartlarını ömründe tatmadığı bir adama yamamaya çalışacak, öğlen haberlerinde bir çocuk cinayeti zamanaşımı bahanesiyle ertelenecek, katiller elini kolunu sallaya sallaya dolaşmaya devam edecekti. Pencereden havalanan kumru, balkondan balkona konacak, bazen bir çiftin kavgasına, bazen seksin buğulu görüntüsüne, bazen balkondan intihar eden sigara küllerine şahit olacaktı. Tüm bunlara şahit olmamak için kafayı vurup yatmayı seçti. Üzerine pikesini çekti, koltuğa doğru kendini bıraktı, mayıştı, ve çocukluğunda dinlediği cızırtıyla karışı Adile Naşit masallarını hatırladı. Şimdi kaçmanın ve herkes uyanırken isyana kalkışıp uyumanın tam sırasıydı.
20 Mayıs 2025 Salı
10 Mayıs 2025 Cumartesi
Entelektüel düşünce ve birikim üzerine bir deneme
Herkese selamlar, bugün amatör olarak şiir ve edebi yazılar karalayan bir blogger olarak, bir üniversitesi öğrencisi olarak ve en önemlisi halen daha entelektüel birikim sağlama çabası içinde olan bir genç olarak buradayım.
İlkokul veya anaokulunda klişe olarak büyüyünce ne olacaksın sorusu yöneltilir çocuklara. Tüm çocuklar somut meslekler üzerinden giderler doktor, avukat, pilot vb. Aslında tüm bu seçimler statükonun ve toplumun bize dayatmasıdır. Ben fikirsel anlamda daha soyut yerlerde gezdim halen daha bu hald devam eder. Çünkü soyut, somuttan kaçmanın en güzel yoludur bazen. Gelelim ana konu olan Entelektüel düşünce, birikim ve pek tabii ülkemizde bu konunun nasıl anlaşıldığı hususuna. Böyle derin bir konuda yorum yapmak bir gencin ne haddine diyeceksiniz ki haklısınız. Burası bir blog ve burada yalnızca fikirlerimi beyan ediyorum. Gerisi takdir-i ilahi. Bazen altına bir Harley Davidson alıp hayatın keşmekeşinden kopup güneye, Fethiye, Olimpos, Kaş gibi tatil beldelerine kaçıp kaygısız birkaç gün geçirmek istersin. Kaçma temasını şiirlerimde de sık sık işlerim çünkü kaçamama problemi bence 21. yüzyılda küçük burjuva kesimin ayağına vurulmuş prangalardan biridir. İşte entelektüel birikim oluşturma isteği bireyin düşünsel prangalarından kaçma girişimidir ve bu kaçma ne yazık ki bitmeyen bir yolculuktur . Camusun da eserinde üzerinde durduğu Sisifos metaforundan bir tümevarım yapacağım. Bilmeyenler için özetlemek gerekirse Sisifos Zeus tarafından cezalandırılır ve cezası Hades derinliklerinden bir kayayı sonsuza dek bir tepenin doruğuna yuvarlamaktır. Burada takdire şayan olan hiçbir zaman başaramayacığını bilen Sisifosun çabasıdır. Bu çaba mutluluk verecektir.İşte entelektüel düşünce de budur. Çabalamanın, öğrenmenin, araştırmanın verdiği haz bireyi entelektüel tatmin noktasına ulaştıracaktır. Bu işin ülkemizdeki yorumuna ve tahliline geçersek iş diyorum çünkü Ferhan Şensoy Usta'nın dediği gibi var olmak ağır iştir. Zannımca fikir üretmek de ağır iştir. Öncelikle okumak meselesine değinecek olursam, okumak Tabi ki belirli bir noktaya bireyi taşıyacaktır. Fakat mesele çok okumaktır pek tabii fakat okurken de nitelikli okumaktır. Birey zevk aldığı edebi eserlere veyahut düşünsel metinlere yönelirken, klasikleri de okumalı ve yalnızca kitapla sınırlı kalmayıp makale, gazete, dergi ve hatta mizah da okumalıdır. Bir ülkenin politik kronolojisi mizah dergileri ile pek tabii takip edilebilir. Zamanla yetkinleşen okur, bir kitapçıya adım attığında dimağını besleyecek eserleri otonom bir şekilde bulacaktır. Çok okumak mı çok gezmek mi klişesine her ikisini de yaparak cevap verir entelektüel adayımız. Çünkü gezmek de almasını bilene okumak kadar çok şey öğretecektir. Biraz musikiye değinmek istiyorum çünkü aklımı meşgul eden olgulardan biridir. Batılı bir aydın pek tabii klasik müzik ile kendini yetiştirip zevk alabilir ve fakat bu klasik müzik olgusu neden senelerdir entelektüel gelişimin bayrağı gibi dalgalanmıştır bu topraklarda. Türk aydını, Batı aydınına göre daha çeşitli enstrümanlar dinler ve daha zengin bir müzikal yelpazesi olabilir. Tanzimattan beri süregelen batılılaşma olgusu ile klasik müzik adeta ithal edilmiştir. Chopin, Bach, Mahler dinleyen bir birey kendini toplumdan ayrı marjinal bir yere konumlandırır. Klasik müziğin zekayı geliştirdiğine dair makaleleri savunur, bunun reklamını yapar. Türk aydını ise bu insanları yüceltir, arabesk veya halk müziği dinleyen kitleyi yerin dibine sokar, alt tabaka görür. Halbuki arabesk ve halk müziği enstrümantal anlamda doğunun zenginliğini yansıtır ve çok geniş bir yelpazedir. Entelektüel birey tek bir yönle sınırlı kalmamalıdır, kalırsa o yönün bağnazı olup çıkar. Batıdan aldığı düşünsel sermayeyi doğudan, kuzeyden, güneyden de almalıdır. Brecht de okumalıdır, Cemal Süreya da, Yaşar Kemal da Steinbeck de. Mahler de dinleyebilir Müslüm Gürses de. Toplumdan soyutlanmamalı, günlük hayatı arabesk olan topluma klasik müzik dayatmamalıdır. Bir yandan da bireye dönmeli kendini geliştirmeye durmadan devam etmelidir. Bu olgular sanatın ve bilimin tüm dalları için geçerlidir.Entelektüel birey yüzünü ne sadece diğer ülkelere ne kendi ülkesine dönemez. Enternasyonal bir biçimde hareket etmelidir çünkü tarih ona bu sorumluluğu yüklemiştir.
H.B 10.05.25