28 Aralık 2024 Cumartesi

Çark

              Balkonundan şehri seyrediyorsun. Şehrin gözlerine değen kısmı soğuk, kumrular göğün sonsuz çarkında dönüyor, uzağa gitmek istiyorlar nereye olduğu fark etmez. Tek farkın onlardan 'Bilinç' denen şu illet. Sıcak ana rahminden alıp acıya doğuran seni. Gömleğinin sol üst cebinde beraat almayı bekleyen kırmızı Tekel 2000 paketi. Hani şu yırtılan paketlerden, babaannenin evine götüren seni, boz rengi kırlentlere, dedenin tütün kokulu gömleğine, naftaline ve sıcak sıcak kızarmış pişilere. Kolunu yakmıştı yeni çıkan saçlarını okşayan deden henüz sen çok küçükken keşke yine yaksa yeter ki yanımda olsa diye düşünürken çakmağının titrek alevini yaktın. Duman ince ince kıvrıldı balkonundan, simsiyah elbisesi içinde bir balerin gibi döne döne. Evin kasvetinden sıkılıp çıktı gökyüzüne, kamufle olmak için yağmur bulutlarının arasında. Ah şu zıkkım yok mu ki, yanacağını bile bile aşık olan aleve. Bir bırakmadı peşini hangi sokağa sapsan, hangi bedene karışsan izbe otel odalarında. Telefonuna gelen bir bildirim uyandırdı seni düşlerinden "Akşama boş musun kardeşim birer bira içelim?"En yakın arkadaşın görmek istemiş seni, cumartesi gecelerini promile veyahut kafeine endekslemiş küçük burjuva rutinleri, dert varsa anlatılacak yoksa çok küçük bir ayrıntı çığ gibi büyütülerek yeni dertler yaratılacak, kadınlardan, futboldan, ekonomiden konuşulacak ve son olarak "ne olacak bu memleketin hali" isimli bölüm sonu canavarı sahne alacak. Perde kapanacak. Her şeye rağmen kabul ediyorsun  çünkü sokağı özledin. Siyah sweetshirt, siyah kot, spor ayakkabı, parfüm ve bilimum kendini beğendirme metalarıyla donandın. Sokaktasın, anaokulundan sonraki en temel okulda. Ekmeğini çıkartmaya çalışan inşaat işçileri, kağıt toplayıcılar, sabahdokuzakşambeşler* , kapitalizme sövüp şirkete giderken Starbucks'a uğramadan ayılamayanlar. Kalbi kırık çiçekçi dükkanları, iyi içiciler kırmızı Tuborg'u almışlar ellerine. Trans bireyler sağ salim dönme derdinde evlerine, tramvay yavaş yavaş ilerlemekte bilinmezliğe. Laleliden dünyaya giden bir tramvayda olmak istedin Süreya ile birlikte sen ki şiirden damıtılmış gözyaşlarının insanı. Mekana geldin, sarı loş ışık içeriyi aydınlatırken şıkı şıkır giyinmiş insanlar gülüşüyor kendi aralarında. Alkolü ve hayatı bu kadar ciddiye almalarına şaşıyorsun ya neyse. Arkadaşın yerinden kalkıp sarılıyor sana, iki fıçı bira patlamış mısır ikramıyla masaya geliyor. Kafanda kurguladığın tüm cümleler yatağını bulup köpük köpük akıyor bira bardaklarının içine. Bilindik sohbetler bitti, haftaya bir daha sözü alınarak veda safhasına geçildi. Eve doğru yollanırken sallana sallana, selam vererek mahallenin bıçkın delikanlılarına evin sokağındaki tekel bayiiye uğradın. Reenkarnasyona uğramış Tekel 2000 paketi gömlek cebindeki yerini aldı, iki bira şişesi siyah poşetin karanlığına karıştı. Doyamadın n'apacaksın. Balkondasın. Çark döndü, aynı tekerleğin içinde savrulan bir sıçan gibi başladığın yerdesin. Bu sefer evin kasvetli atmosferine eşlik ediyor iki şişe soğuk bira. Tek olmanın, kalabalıklar içinde dahi tek olmanın ve arkadaşının yanından ayrıldığında gelen boşluğun galaksisinde kayan birer yıldız hayallerin. Şehir aynı, sokak lambaları aynı, sen aynısın, aşağıdan geçen bir Doğan slx'in teybinden tercüme ediyor Sezen dilinin ucuna gelen cümleleri: " Yalnızlığım, yollarıma pusu kurmuş beklemekte. - Acılar, gözlerini dikmiş üstüme nöbette."

Hikmet Benol 28.12.24


*Dipnıot: Kelimeleri birleşik yazma tekniği, Oğuz ATAY'IN ironik dilinin bir örneğidir. Kendisini çok sevdiğim için ufak bir selam çakmak istedim.


21 Aralık 2024 Cumartesi

Yazarın En İyi 10 Eser Seçkisi

 Herkese baş selamı,

Bugün blogta sizlere bana göre ve ayrıca 23 yaşıma göre hayatımı en çok etkileyen 10 edebi eseri ve kısaca nedenlerini anlatacağım. İlk olarak benim hayatımı sarsan, doyamadığım ve edebiyata beni bu kadar aşık eden kişi olan Oğuz Atay'dan bahsedeceğim. Popüler kültürün aforizma aracı olan Tutunamayanlar özümsendiği ve anlaşıldığı takdirde bana göre edebiyatımızın en önemli eserlerinden biridir ama ben, benim için daha özel olan bir eserden söz edeceğim ki kendisinin tüm eserlerini ve hakkında yazılan bazı makaleleri de okuduğumu belirtmek isterim.

1)Tehlikeli Oyunlar-Oğuz Atay: Adımı aldığım baş karakter Hikmet Benol bana göre edebiyatımızın en afili Don Kişotudur. Neden öyle dedim çünkü Hikmet, roman boyunca toplumun değerleriyle, küçük burjuvaziyle, geleneklerle ve hayatın anlamsızlığıyla mücadele verir, beyhude mücadeledir ne olursa olsun Hikmet anlaşılmayacak, toplum da değişmeyecektir. Yenileceği bir savaşa girer Benol, aşkı tanır, yalnızlığı simgeler, kafasında yarattığı imgeler onun tek sırdaşıdır, Postmodern yalnızlıklarının adamıdır Hikmet, nitekim. romanda hayal, gerçek iç içe girer, karışır. Hayatın ta kendisidir aslında Tehlikeli Oyunlar. Okunmalıdır, anlaşılmalıdır, 10 senede bir yeniden okunmalıdır. Tutunamayanlar, Sayın Yusuf Atılgan sayesinde yazılmıştır bir gün onunla ilgili de yazacağım.

2) İnce Memed-Yaşar Kemal:Bir lise öğrencisinin, kafasını sınıf kavramına çevirmesi, açlığı, sefaleti, ağalık düzenini, köy hayatını, deve dikenlerini, orağı, başkaldırıyı, tırpanı, çift sürmeyi, adaletsizliği öğrenmesi farklı biçimlerde olabilir veya hiç olmayabilir. Ben İnce Memed serisinin ilkini bitirip hayranlıkla kitaba baktığımda öğrenmiştim.Zannımca, Anadolunun iki ayağı olsaydı, biri Yaşar Kemal, diğeri Yakup Kadri olurdu. İkisi de bu coğrafyayı ve insanını müthiş gözlemlemişlerdir. Sadece betimlemeleri için bile okunmalı konuyu söylemiyorum bile.

3)Kinyas ve Kayra-Hakan Günday:Türk edebiyatı ustalarını anmışken yeni dönemden bahsetmeden olmazdı. Şahsımın pek severek okuduğu ve hassas bünyelere kesinlikle önermediği ilgi alanı Yeraltı Edebiyatı, dünyada çok yetkin örnekler sundu. Ülkemizde de inanılmaz cevherler var ve bunlardan zamanla detaylı bahsedeceğim, Temelini Mehmet Rauf, Hüseyin Rahmi gibi büyük ustalarla atsa da yetkin örneklerini Küçük İskender, Emrah Serbes gibi yazarlar vesilesiyle vermiş olan bu tür kendisi ne kadar kabul etmese de Hakan Günday sayesinde tanınmış ve gelişmiştir. Kinyas ve Kayra, kendisinin 2000 yılında yayınlanan ve Kinyas ve Kayra isimli arkadaşın hem maddi hem manevi yolculuk hikayesidir.Hakan Günday bu yolculukta çıplak bir şekilde hayatın gerçeklerini anlatmaktan, argodan, ,içkiden, cinsellikten bolca yararlanır ve enfes çıkarımlarla beraber bunu kitabın sayfalarına çok güzel yedirir. Ben okurken bitmesin istemiş ve kendisinin eserlerini okumaya devam etmiştim hala da etmekteyim. Başta dediğim gibi eğer hassas bir bünyeniz varsa çok tavsiye edemem.

4)Ağır Roman-Metin Kaçan: Üzerine ayrı bir kitap yazmak istediğim bir kitapla karşınızdayım. Yeraltından çıkmadık henüz, fayların arasında ilerlemeye devam ederken Yeraltı'nın ağır abisi, erken göçeni Metin Kaçan bizi karşılıyor. Hakkındaki suçlamalar, , iddialar hakkında yorum yapmayacağım, büyük bir yazarı yargılamak da haddim değil zaten. Fakat edebiyatı beni inanılmaz heyecanlandırıyor. Ağır Roman bana göre sokağa tutulan aynadır, mahalle kültürünü, eşcinselliği, fahişeliği, aşkı bir ayna gibi yansıtır. Salon çocuklarına atılan çok sarsıcı bir tokattır, nitekim politiktir politik olduğu kadar sert sert olduğu kadar da raconu olan bir romandır. Ayrıca yazarı da hayatın anlamsızlığına dayanamamış, Boğaziçinden rıhtıma süzülmüştür bir gece vakti. Kitaplığımda ilk basımı mevcuttur, gurur duyarım. Filmi de bir o kadar muhteşemdir izlenmelidir, yalnızca Küçük İskender için bile izlenir:

savrulurken raconun kırmızı pelerini o zarif öfkeye;

zaman ki sana hasta olmuş, incelikli haytasın.

raksederken mahallenin maşallahı, eyvallahı

güzelleş be oğlum, şimdilik ölümüne kadar hayattasın, şimdilik ölümüne kadar hayattasın.

5)Hakkari'de Bir Mevsim- Ferit Edgü: Yakın zamanda kaybettiğimiz ve muhtemelen öldükten sonra değeri artacak bir büyük usta Ferit Edgü, geç tanıştığım için kendime kızdığım. Geçen ay okuyup çok etkilendiğim bir kitap idi. Şiirsel bir anlatımla kaleme alınan bu destansı roman aynı zamanda puslu, karamsar bir bozkır havası gibi. Hakkari'ye sürgün edilen, taşrada tıkılıp kalan, bir öğretmenin yabancılaşmasını, bilmediği bir dil ile yüzleşmesini, bilinç akışını okuyoruz eserde. Ben okurken bir Nuri Bilge filmi izler gibi hissettim. Henüz izlememiş olsam da filmini de öneriyorum çünkü neden olmasın?. 

6)Suç ve Ceza-Dostoyevski: Bu listede edebiyatın büyük ustalarına yer vermemek olmazdı. En sevdiğim kumarbazdır, yalnızca edebiyatın değil psikolojinin de seyrini değiştirmiştir. Nitekim bu işin babası Freud onun hakkında 'Dostoyevski olmasaydı eğer, psikanaliz biraz beklemek zorunda kalacaktı.' demiştir. Suç ve Ceza eserini almamın sebebi, çok popüler olmasından değil bir suçlunun bilinç altını, düşüncelerini ve psikolojik gel gitlerini büyük bir deha ve ustalıkla anlattığı içindir.

7)Ekmek Arası- Charles Bukowski: Yeraltına geri iniyoruz, Bukowski modern dünya için bir at sineğidir. Vurdumduymaz, rahat, toplum normlarını alt üst eden tavırlarını eserlerine de yansıtır. Satırları yüksek promillidir. Kadın düşmanı ve küfürbaz biri olduğundan dolayı çok eleştirilse de rahat, şeffaf üslubu nedeniyle benim edebi külliyatımda çok mühim bir yer edinmiştir. Ekmek Arası eseri kendisinin roman dünyasına bir giriş niteliği taşır. Sorunlu bir çocukluğu, aile ilişkilerini, okul hayatını, aşkla ilk kez tanışmayı tüm gerçekliğiyle anlatır. Okunmalıdır. 

8)Görünmez Canavarlar-Chuck Palahnuik: Yeraltının kimine göre en tanındık, mainstream yazarlarındandır. Dövüş Kulübü adlı kült eseriyle gerek edebiyat, gerek sinema dünyasında hatrı sayılır bir yer edinmiştir. Fakat beni asıl sarsan eseri görece az bilinen Görünmez Canavarlar olmuştur. Diğer yeraltı edebiyatı eserleri gibi okuyucuyu rahatsız eder, fazlasıyla. Günümüz toplumundaki cinsiyet rollerini ve bunların kişiye olan mental etkilerini, kapitalizmi, güzelleşme çabasını, modayı ve magazin dünyasını çok sarsıcı bir şekilde ironik bir üslupla verir. Çok dolambaçlı ama bir o kadar gerçek bir eserdir. Vardır bu tip insanlar, Alsancakta, Beyoğlunda her gün görürüz. 

9) Trainspotting- Irvine Welsh: Gelmiş geçmiş en rahatsız edici, en trajik, en sarsıcı kitaplardan biriydi okuduğum. Irvine Welsh sert, acımasız ve şeffaf diliyle okuyucuyu şok üstüne şoka sokuyor. Eroinman bir arkadaş grubunun günlük hayatın çarkları arasında bocalamasını ve sistemle verdiği savaşı, krizleri, Gell gitleri anlatan bu eser oldukça rahatsız edici olduğundan hassas okurlara kesinlikle önermiyorum. Kusma isteği uyandıran satırlar olmuştu. Ama bu romanın oldukça başarılı ve oldukça gerçek olduğunu değiştirmez. Okuyup beğenenler kesinlikle filmini de izlemeli ve adıyla içeriğinin alakasız olduğu 'Porno' adlı devam kitabını da bulup okumalılar zira ilk basımı elimde mevcut olan kitabın baskısı tahmin edeceğiniz gibi yapılmıyor ve bulması oldukça zor. 

10) Felsefenin Başlangıç İlkeleri-Georges Politzer: Listeye bir de teorik eser eklemek istedim çünkü kendisi lisede okuduğumda beni çok büyük sarsıp tünelin sonundaki ışığı görmemi sağlamıştı. Georges, bir marksist teorisyendir, kitap 1936 yılında yazılmış ve 1980 döneminden Türkiye'de yasaklanmıştır. Materyalizme giriş niteliğinde olan eser, diyalektik materyalizm ile idealizm arasındaki farkları iki düşünceyi karşılaştırarak oldukça pratik bir biçimde, işin derinine çok inmeden çok yalın bir şekilde anlatmıştır. Genel kültür olarak da, bir bakış açısı kazanmak, çerçeve çizmek amacıyla da okunabilir. Okunmalıdır. 

En sevdiklerimi anlattım, önerdim okuması size kalmış. Edebiyatla, sanatla kalın. Hoşçakalın.
T. 21.12.24

25 Kasım 2024 Pazartesi

Demirkubuz, NBC ve Kader


 Demirkubuz, NBC ve Kader.

Herkese baş selamı.

Demirkubuz, halkın adamı. Sakalını Marxtan, kederini hayatın tam ortasından, heyecanını çok sevdiği Beşiktaş'ından damıtan. Kamerasını eleme, yalnızlığa doğrrultmuş, ÇARŞI logosunun ta kendisi, cigara dumanının buğusu Demirkubuz ve eski bir dost Nuri Bilge Ceylan, Bozkırın bej fularlı prensi. Renklerin ve doğanın binbir tonu Nuri Bilge. Bir andan bin fotoğraf karesi çıkaran. Bu yazıda averaj bir hukuk öğrencisinin beyninden çıkan Demirkubuz, NBC lakırdılarını ayrıyeten hem iki efsanenin kaderini hem de Bekir'in kaderini okuyacaksınız. Hikayeye baştan başlayalım, dilimiz sürçerse affola. Sene 2006 Kader çıkmış , İklimler çıkmış. Antalya Altın Portakal Film Festivali.Nuri Bilge,İklimlerin öne çıkacağını bekleyerek umutla geliyor festivale. Fakat bilmiyor ki, hayatı, aşkı, kederi her sahnesine işleyen bir başyapıtla rekabet ettiğini.Kader, en iyi film ödülünü alıyor.Tabi bir de zannımca Türkiye sınırları içinde çekilen en cesur işlerden biri olan Takva gibi dişli bir rakip var. En iyi senaryo, En iyi müzik vb ödüller topluyor. Gribi bahane edip tören sonrası bayılan Nuri Bilge tatsızlığı ile kapanıyor gece. İkili arasına örülen duvarın temelleri işte bu olayla atılıyor, Üç Maymun senaryosu'nun çalıntı olduğu rivayetyle tamamlanıyor. Zannımca Demirkubuz. kırmızı Tuborg ise Nbc de Dom Perignondur. İkisi de çok güzeldir ama birinden tat alabilmek için acı çekmek gerekir. Ben bu yüzden Demirkubuzun filmlerine hep daha çok ısındım. Zaten ne demiş Sezen:' Acıdan geçmeyen şarkılar biraz eksiktir.'. Gelelim benim ve birçok kişinin kendinden  bir parça bulduğu başyapıt Kader ve Bekir'e. Esas hikayesi Uğur ablamdır Bekir abimin. Masumiyet'in de esas hikayesi kaderdir işte. Yaşlanmış Bekir'in anlattığı hikayeyle açılır film. Basma bir etekle dükkana girip fiyat söyleyip alaya alır Uğur Abla. Genç Bekir'in mental yaşlanmasıyla son bulur. Kader bir Can Yücel dizesidir aslında 'Yalnızlığım benim, sidikli kontesim,. Ne kadar rezil olursak o kadar iyi!'. Soğukta takılan Beşiktaş beresidir. Şehirlerarası yolcu otobüsüdür, yabancılaşmadır. Karlı dağlardır, cam buğusudur, Basmanedir, Karstır kader. Kenar mahalle çocuğudur. İklimler gibi Burjuvaya eyvallah etmez. Hamster gibi yalnızlığında döner durur. Rakı beyazıdır Kader bir yandan da gece siyahıdır. Acıyı, aşkı, varoluş sıkıntısını, aynı karın ağrısını çekip durur Bekir, hiçbir mide ilacnının fayda etmeyeceği.Uğurunda şehirden şehire savrulmayı göze aldığı sevdası Uğur ve onun aşkı Zagor iç acıları toplamı 3 eden bir aşk üçgeni Kader. Hapishanelerden,soğuk banklardan, çorbacılardan, yeraltından bir sesleniştir bizlere. Zannımca yalnızlığın sinema perdesine yansımasıdır. Benim kafa yapıma biraz olsun benzeyenler filmde kendilerini bulup oldukça keyif alacaklardır. İzleyiniz, izlettiriniz. Demirkubuz da NBC de bu ülkenin değerleridir. 

21 Eylül 2024 Cumartesi

Haneke Sineması'nın İlk İncisi: The Seventh Continent.

Öncelikle herkese baş selamı,

Yerli undergorund sinemaya aylarını, yıllarını feda etmiş bendenize Alman sinemasını sevdiren yönetmenden ve izlediklerim arasında en sevdiğim filmi olan Yedinci Kıta filmini kendi fikirlerimle analiz etmeye yelteniyorum. sürç-ü lisan ettiysek affola. Varoluş ve Hayatın anlamı meselesi insanoğlunun ezelden beri sorgulamakta direttiği, didik didik ettiği meselelerdendir. Felsefe tarihinde şüphesiz en mühim problem tanrı varlığı problemi olmuştur hemen ardından varoluş sorunu gelir. Haneke de bu konuda Sartre gibi düşünmüş olacak ki "Varoluş özden önce gelir"  düşüncesiyle insanın kendi benliğini biçimlendirmesini yine kendine bırakmış dolayısıyla hayatın anlamı olmadığı tezinden hareketle Duygusal Buzlanma Üçlemesindeki ilk film olan Yedinci Kıta'yı 1989 yılında izleyicilerin önüne sunmuştur. Rathatsız etmekten haz alan Haneke, zannımca modern zamanın Sokratesidir. Keza Sokrates yaşadığı dönemde kendisini bir at sineğine benzetmiştir. At sineği, konar, rahatsız eder, farkındalık oluşturur. Annesi o dönemde ebelik yapan Sokrates de Doğurtma Yöntemi tezini ortaya atmış ve insanlara durmadan soru sorarak onların içindeki potansiyeli açığa çıkarma misyonu üstlenmiştir çünkü ona göre bir köle de aristokrat da aynı bilgi birikimi ile doğar. İşte Haneke de sinemada tam olarak at sineği gibi hareket eder. 

Film, çekirdek bir burjuva ailesinin hayatın monotonluğunda bir yaprak gibi savrulmasıyla başlar ve devam eder. Para hırsına sahip terfi almaya çalışan bir baba, kızının bakımıyla ve biçilmiş annelik rolleriyle kapana kısılmış bir anne ve okul çağındaki bir kızın öyküsüdür bu. Ekranda ara sıra beliren kumsal görüntüsü yedi kıta kabul edilen Avusturalya, yani metoforik anlatımıyla huzurlu, sakin, alışılagelmişin dışında bir yaşamı temsil eder. 1 saat 20 dakika boyunca izleyiciyi aynılıkla boğmayı başaran filmde, bu süre içinde tek renk hızlı bir sekstir. Sahte dopamine işaret etmektedir çünkü asıl dopamin yaşamın bu çarkını kırmaktan geçer. Film izleyiciye varoluş sancısını tokat gibi vurur ve çok çarpıcı bir finalle yaraya tuz basar. Sarsan ve ekrana baktıran, kamçılayan, rahatsızlık veren bu filmi okuyan herkese tavsiye ediyorum. Şiddetle. Sağlıcakla kalın.

T.



Edebiyat, müzik, sinema ve daha niceleri:Blogun Amacı Ve Hedefleri Hakkında.

 Öncelikle herkese baş selamı,

Beynime üşüşen düşünceler zorlamaya başlayınca onları ekrana kusabilmek amacıyla bu blogu açtım.burada ne tarz içerikler olacak biraz onlardan bahsedeyim.  Şahsım beyin hücrelerine satırlar arası gezinti yaptıracak, ve siz de bu geziye eşlik edeceksiniz. Edebiyat eleştirileri olacak, bunun yanında kendi şiirlerim de arz-ı endam edecek. Felsefi metinlere de ileride değinmeyi düşünüyorum. Müzik kısmında ise kendi listelerimi, önerilerimi ve düşüncelerimi yazacağım. Sinema en detaylı yazacağım konu başlığı olabilir. Yerli underground sinema özellikle ilgilendiğm bir alan. Bunun hakkında düşünceler, incelemeler elebette olacak. Böylece kıyıda köşede kalmış hazinelere okuyucular ulaşıp yeni filmler keşfedebilecek. Belki ileride dizi veya belgesel gibi farklı görsel medya araçlarını da katıp bunu geliştirebilirim trafiğe bağlı olarak. Gelelim asıl derinleştiğim ve bu blogun iskeletini oluşturan hadiseye. Yaklaşık 2012 senesinden beri dergi koleksiyonculuğu ve arşivciliği ile uğraşıyorum. Bu konuda birikimlerimi okuyucalara aktarmak en temel amaçlarımdan biridir. Dergi nasıl istiflenir, nasıl korunur, özellikle mizah alanında uzmanlaştığım için mizah dergileri hakkında incelemeler vb. olacaktır. Bir hukukçu adayı olduğumdan ilerleyen zamanlarda hukuki denemeler yazmak da aklımın bir köşesinde bekleyen bir tasarı.

Micheal Haneke Usta'nın dediği gibi;

''hepinize huzursuz seyirler dilerim''

T.