21 Eylül 2024 Cumartesi

Haneke Sineması'nın İlk İncisi: The Seventh Continent.

Öncelikle herkese baş selamı,

Yerli undergorund sinemaya aylarını, yıllarını feda etmiş bendenize Alman sinemasını sevdiren yönetmenden ve izlediklerim arasında en sevdiğim filmi olan Yedinci Kıta filmini kendi fikirlerimle analiz etmeye yelteniyorum. sürç-ü lisan ettiysek affola. Varoluş ve Hayatın anlamı meselesi insanoğlunun ezelden beri sorgulamakta direttiği, didik didik ettiği meselelerdendir. Felsefe tarihinde şüphesiz en mühim problem tanrı varlığı problemi olmuştur hemen ardından varoluş sorunu gelir. Haneke de bu konuda Sartre gibi düşünmüş olacak ki "Varoluş özden önce gelir"  düşüncesiyle insanın kendi benliğini biçimlendirmesini yine kendine bırakmış dolayısıyla hayatın anlamı olmadığı tezinden hareketle Duygusal Buzlanma Üçlemesindeki ilk film olan Yedinci Kıta'yı 1989 yılında izleyicilerin önüne sunmuştur. Rathatsız etmekten haz alan Haneke, zannımca modern zamanın Sokratesidir. Keza Sokrates yaşadığı dönemde kendisini bir at sineğine benzetmiştir. At sineği, konar, rahatsız eder, farkındalık oluşturur. Annesi o dönemde ebelik yapan Sokrates de Doğurtma Yöntemi tezini ortaya atmış ve insanlara durmadan soru sorarak onların içindeki potansiyeli açığa çıkarma misyonu üstlenmiştir çünkü ona göre bir köle de aristokrat da aynı bilgi birikimi ile doğar. İşte Haneke de sinemada tam olarak at sineği gibi hareket eder. 

Film, çekirdek bir burjuva ailesinin hayatın monotonluğunda bir yaprak gibi savrulmasıyla başlar ve devam eder. Para hırsına sahip terfi almaya çalışan bir baba, kızının bakımıyla ve biçilmiş annelik rolleriyle kapana kısılmış bir anne ve okul çağındaki bir kızın öyküsüdür bu. Ekranda ara sıra beliren kumsal görüntüsü yedi kıta kabul edilen Avusturalya, yani metoforik anlatımıyla huzurlu, sakin, alışılagelmişin dışında bir yaşamı temsil eder. 1 saat 20 dakika boyunca izleyiciyi aynılıkla boğmayı başaran filmde, bu süre içinde tek renk hızlı bir sekstir. Sahte dopamine işaret etmektedir çünkü asıl dopamin yaşamın bu çarkını kırmaktan geçer. Film izleyiciye varoluş sancısını tokat gibi vurur ve çok çarpıcı bir finalle yaraya tuz basar. Sarsan ve ekrana baktıran, kamçılayan, rahatsızlık veren bu filmi okuyan herkese tavsiye ediyorum. Şiddetle. Sağlıcakla kalın.

T.



Edebiyat, müzik, sinema ve daha niceleri:Blogun Amacı Ve Hedefleri Hakkında.

 Öncelikle herkese baş selamı,

Beynime üşüşen düşünceler zorlamaya başlayınca onları ekrana kusabilmek amacıyla bu blogu açtım.burada ne tarz içerikler olacak biraz onlardan bahsedeyim.  Şahsım beyin hücrelerine satırlar arası gezinti yaptıracak, ve siz de bu geziye eşlik edeceksiniz. Edebiyat eleştirileri olacak, bunun yanında kendi şiirlerim de arz-ı endam edecek. Felsefi metinlere de ileride değinmeyi düşünüyorum. Müzik kısmında ise kendi listelerimi, önerilerimi ve düşüncelerimi yazacağım. Sinema en detaylı yazacağım konu başlığı olabilir. Yerli underground sinema özellikle ilgilendiğm bir alan. Bunun hakkında düşünceler, incelemeler elebette olacak. Böylece kıyıda köşede kalmış hazinelere okuyucular ulaşıp yeni filmler keşfedebilecek. Belki ileride dizi veya belgesel gibi farklı görsel medya araçlarını da katıp bunu geliştirebilirim trafiğe bağlı olarak. Gelelim asıl derinleştiğim ve bu blogun iskeletini oluşturan hadiseye. Yaklaşık 2012 senesinden beri dergi koleksiyonculuğu ve arşivciliği ile uğraşıyorum. Bu konuda birikimlerimi okuyucalara aktarmak en temel amaçlarımdan biridir. Dergi nasıl istiflenir, nasıl korunur, özellikle mizah alanında uzmanlaştığım için mizah dergileri hakkında incelemeler vb. olacaktır. Bir hukukçu adayı olduğumdan ilerleyen zamanlarda hukuki denemeler yazmak da aklımın bir köşesinde bekleyen bir tasarı.

Micheal Haneke Usta'nın dediği gibi;

''hepinize huzursuz seyirler dilerim''

T.